28 Ağustos 2023 Pazartesi

Biz çocukken..

Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı. Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı açmazdım. Hatta Babamın bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi. Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki.....

   En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani. Cafelerde, alışveriş merkezlerinde buluşmazdık. Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya,zıplaya yürüyerek gelirdik.

Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi. Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık. Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.     

  Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik. Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar,hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Kısacası evine gidip gelen (...ki;sadece tuvaleti gelen giderdi evine)elinde mutlaka yiyecekle dönerdi. Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi. Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.

  Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi. Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi... Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı. Sonra kavgalarımız da öyle sallama, satır ile olmaz, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.

   Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık. Pirille oynamaktan parmaklarımız yanar yine de mikrop kapmazdık. Azar işitip, acillere taşınmazdık..

  Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim hem de çok özledim. Arkadaşlarımın kapıya gelip bana seslenerek dışarıda oynamaya çağırmalarını, ablamlarla atari kavgalarını özledim. Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında, temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum. Onun dışında orada kim oturur, üst katımda kim yaşar hiç bilmem. Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece; bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri. Şuanda evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok. Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar... Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..

  Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu. Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.

Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk. İyi de neden böyle olduk ? Biz mi istemiştik? Yoksa birileri mi böyle istedi?..

 'Her toplum hak ettiği gibi yönetilir' derler ya, hak ettiği gibi de yaşar diyelim mi?....

Güçlü kadınlar..

 Kim, sırtını güvendiği bir omza yaslama imkânı varken, omuz omuza çarpışmaya ya da sıcacık bir kucakta huzur bulabilecekken kendini ateşlere atmaya gönüllü olur? 

Gördüğünüz o güçlü kadınların kaçı yaratılıştan güçlü, kaçı hayatın içinde tek başına dimdik olmaya mecbur bırakılmıştır acaba?

Onları bir çırpıda tanımak, en kalabalık ortamda bile çok zor değildir. 

Duruşları farklı, bakışları kendinden emindir. Yüzlerinde hüzünlü bir gülümseme, bazen de tüm acılara inat kahkahaları vardır. 

Sorumluluk, insana kudretli olma zorunluluğunu da yanında getirir. 

Hepsinin ortak yanı yorgun ve (d)üzgün kadın olmalarıdır. Rimellerini silip, saçını başını düzeltip yüzüne gülümseme maskesini takmakta üzerlerine yoktur. 

İçinde fırtınalar kopsa da belli etmemek onlar için hayat oyununun en kolay sahnelerindendir. Çünkü provasını en çok yaptıkları bölüm buralardır. Güçlü kadınların aklında ve beyninde olabilirsiniz, ama kalplerinde, hele gözbebeklerinde olabilmeniz güçtür. Vaatlere karınları toktur.

Ne kadar zorsa o kadar kırılmıştır, ne kadar ağır başlı ise o kadar hayalleri yıkılmıştır.  Yüreklerine "mangal" demek hafif kalır. Koca bir yanardağ gibidir cesaretleri ve dürüstlükleri. 

Bu kadınların en sert görünen taraflarının yanında merhametleri koca bir dağ gibidir. İnsan neyin eksikliğine zaaflı ise işte bundandır. Omuzlarından öpülmelidirler, yılların yükünü hafifletmek için. 

Sevmekten vazgeçmeyi çoktan öğrenmiştir 

bir kısmı, soğumuştur kalbi. Kırılmaktan, hayal kırıklığına uğramaktan "kimseyi sevmiyorum" derken gözlerini kaçırdığını fark ederseniz, anlarsanız kendisinin bu yalana inanmadığını. İçindeki umudunu söylemeyecek kadar gururludurlar da. 

Varla yok arası duvarları vardır. Yaş onlar için sadece bir sayıdır. Çoğu yetmiş yaşına üç kere gidip gelmiştir. 

Yalnızlığın asaletine inanarak avuturlar kendilerini. Bu kadınları üzebilirsiniz; ama yıkamazsınız. 

O bilir ne zaman gideceğini, ne kadar kalacağını. 

Sorsan bu kadınlara güçlü olmayı sen mi istedin diye? "Pamuklara sarılmış mutlu kadın olmak varken, deli misin sen neden isteyeyim?" diye gülümser ve ardına bakmadan gider. 

Karışır kalabalığın içindeki yalnızlığına.


Yürüyüşünden tanırsınız…